24 NİSAN 1915’İ, 106 YIL ÖNCE YAŞANANLARI İNSANLIĞIMIZIN EKSİLDİĞİNİ UNUTMAK MÜMKÜN MÜ?
24 NİSAN 1915’İ, 106 YIL ÖNCE YAŞANANLARI İNSANLIĞIMIZIN EKSİLDİĞİNİ UNUTMAK MÜMKÜN MÜ?
1915 yılı Ermeni Tehciri ile ilgili bir basın açıklaması yaptı. Yapılan basın açıklamasında şunlara yer verildi.
1915 yılının Nisan ayında, 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan gece İstanbul’da Ermeni halkının önde gelenlerinden yüzlerce kişi tutuklandı. 24 Nisan’da Haydarpaşa Garı’ndan trene bindirilip sürgüne gönderilmeleriyle Ermeni Tehciri resmen başlatılmış oluyordu. Gidenlerin bir daha geri dönemedikleri, ya yollarda, ya da gittikleri yerlerde öldürüldükleri biliniyor.
Olaya daha geniş bir perspektiften bakmak gerekirse, başlayan şey; 1878-1923 dönemi boyunca tüm Hristiyanlara karşı yürütülen imha politikalarının bir parçası, en ölümcül olanıydı. 20. yüzyıl başlarında, Anadolu coğrafyasında nüfusun %30’unu oluşturan Hristiyan Osmanlı vatandaşlarının sayısı 1923’e gelindiğinde %1 düzeyine indirilmiş durumdaydı. Ermeniler, Rumlar ve Süryaniler bu coğrafyadan adeta silinmişlerdi.
1915’te başlayan soykırım ve sonrasındaki süreçte,sadece insanlar kitleler halinde katledilmedi. Bu süreçte, hatta Cumhuriyet Dönemi’ndeki politikalar sonucunda okulları, kiliseleri, mezarlıkları, manastırları, iş yerleri ile tüm bir toplumsal yapı yok edildi.Ermeni yerleşim yerlerinden geriye hiçbiri kalmadı. Kalanlarsa artık Ermeni yerleşimi değildi. Ermeniler imha edilmekle kalınmadı, izleri de silindi. Bugün Ermeniler’in yoğun olarak yaşadığı yerlerde onlardan iz dahi bulamazsınız.
Peki bizler Ermeni tehcirine niçin ‘’soykırım’’ diyoruz. Elbette bu kavramı, BM Roma Statüsü ve TCK 76. Maddedeki soykırım suçunun tanımını bilerek kullanıyoruz. 1915 yılında böyle bir tanım yoktu, ancak yapılan tehcirin günümüzdeki anlamı soykırımdır. Ayrıca AİHM’in Perinçek/İsviçre kararında belirttiği husus soykırımı inkar da soykırımı kabul etmek de ifade özgürlüğüdür. Bu karar soykırım olmadığı veya olduğu anlamına gelmemektedir.
1915 soykırım mıdır, değil midir, sorusuna ise Hrant Dink şöyle cevap veriyordu:
“Ben milletimin başına geleni biliyorum, siz ne derseniz deyin. Bu topraklarda bir millet yaşıyordu, şimdi yok, köklerinden koparıldılar, bir ağacın kökünden koparılması gibi. Bir milletin hayatına son verilmesini, bir yaşamın yok edilmesini kelimelere sığdıramam, önce bunu anlayın. Bulacağınız hiçbir kelimenin bu insani dramı anlatmaya yetmeyeceğini düşünüyorum.”
İttihat Terakki’nin başlattığı yargısız infazlar, yağmalanan kiliseler, evler ve devletin sürgün dediği bir zulüm ve ölüm yürüyüşüyle bir halkı kendi topraklarından silmeye yönelik imha politikası acımasızca sürdürüldü. Müslümanlaştırma ve Türkleştirme politikaları Anadolu’nun tüm halklarına acı, yıkım ve ölüm getirdi. Devlet, soykırımı inkâr etmekten vazgeçmedi, özür dilemedi. Toplumda yaratılan düşmanlık hep kışkırtıldı. Tek kimlikli devlet inşa etme hedefiyle yok etmeye devam edildi: Trakya Pogromu, Dersim Katliamı, Varlık Vergisi ve Aşkale Sürgünü, 6-7 Eylül Olayları, Maraş, Çorum ve Sivas Alevi kıyımları… ve Kürtlere yönelik devam eden baskı, şiddet ve asimilasyon uygulamaları..
İnkar; en kapsamlı, en etkili, en kalıcı, en yaygın insan hakları ihlalidir. Çünkü çarpan etkisi ile çoğalan sayısız insan hakları ihlaline kaynaklık ve teşvik etmenin yanı sıra bunları cesaretlendirir.
Soykırım sonucu anayurtlarından kopartılıp dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermeniler’in uğradıkları hesaba da sayıya da gelmeyecek kadar büyük kayıplarının telafisine yönelik talep, istek ve dileklerine yanıt verilmelidir. İnkar, böyle bir telafi ve adaletin yerine gelmesi sürecinin de önünde engeldir.
Bizler, soykırımın faillerinin torunlarıyız. Belki hepimiz, birey olarak, doğrudan katliamlara veya yağmaya katılan kişilerin soyundan gelmiyoruz, ama onların etnik ve dinsel kimlikleri ile doğduk. Soykırım faillerinin yarattığı düzenden ve ayrıcalıklardan yararlanmış, bunu sorgulamadan yaşamış bir toplumsal gruba aitiz. Soykırım ve inkar suçu bizim içine doğduğumuz din ve etnik kimlik adına işlendi. Bunun utancını, sorumluluğunu ve manevi ağırlığını omuzlarımızda taşıyoruz. O yüzden diyoruz ki, soykırım suçunun işlendiği bu topraklar üzerinde yapılacak bir soykırım anması, ancak imha edilen halkların yokluğunda – ve bu yokluk sayesinde – çoğalma, gelişme ve zenginleşme olanağı elde edenlerin torunlarının bu utancı dile getirmesi ve soykırım inkarının sorumluluğunu kabul etmesi ile bir anlam taşır.
Bu, anmamızın ahlaki içeriğidir. Anmamızın somut talebi de, soykırımın tanınması, af dilenmesi, tazmin ve telafi edilmesidir.
Bizler, insan hakları savunucuları olarak 1915’in acılarını paylaşıyor, yasına ortak oluyor ve inkârdan vazgeçip her şeyi tüm açıklığıyla konuşup, acıları paylaştıkça geleceği birlikte kurabilmenin ve eşit yurttaşlık ilişkisi içinde bir arada yaşayabilmenin imkânlarını hep birlikte çoğaltabileceğimize inanıyoruz. Ermeni toplumunun yaşadığı insanlık trajedisini yüreğimizin derinliklerinde duyuyor, bu süreçte yaşamını yitirenleri bir kez daha saygıyla anıyoruz.
Çatlağını bulan sular gibi buluşup, hep birlikte çağıldayacağımız, din, dil, ırk, renk, cinsiyet farkı olmaksızın bütün insanlar için insan haklarının sağlandığı günlerin özlemini duyuyoruz. Bir gün mutlaka!